• Büyükelçiler Gaziantep Buluşması

    Salı, Eylül 19th, 2017

    Nilgün Yerli, Türkniye İhracatçı Meclisi (TİM), Gaziantep Valiliği, Büyükşehir Belediyesi ve GAİB tarafından koordine edilen “Büyükelçiler Gaziantep Buluşması” organizasyonunda 74 ülkeden 44’ü büyükelçi ve misyon şeflerinden oluşan 176 kişilik bir heyet önünde ingilizce olarak gösteri gerçekleştirmiştir.

    Davetiniz ve ilginiz için teşekkürler.

    “Dünya benim Vatanım, Sevgi benim Dinim, İnsanlık benim Ailem.”

    “The World is my Country, Humanity my Family & Love is my Religion.”

     

     

    Read More
  • “Yerli Yersiz” 15 Mayıs’da Trabzon’da

    Perşembe, Mayıs 7th, 2015
    O bir Kadın, O bir Avrupalı, O bir Türk,O bir Dünyalı, O bir Komedyen. 

     

    Nilgün Yerli’nin, güncel olaylardan esinlenerek yazdığı ve sahneye koyduğu kabare tarzı gösterisi, 15 Mayıs 2015’te Trabzon’da Uluslararası Karadeniz Tiyatro Festivali’nde gerçekleşecek.

     

     

    Nilgün Yerli ’nin güldüren aynalarında kendinize bakmaya hazır mısınız?

    NY: “Ortama duruma bakmadan, kimseyi yargılamadan, kafaya takmadan, gelin açık açık konuşalım; gelin düşüncelerimizi – duygularımızı paylaşalım”.

     

    ‘Bu kadın her şeyi olduğu gibi söylüyor, sözünü esirgemiyor’

     

    NY: “ Şimdi ben ne dedim ki?  Demek istediğim tek şey; Düşündüğünü söyle, Söylediğini uygula;

     

    Hissettiğini yaşa, Yaşadığını hisset!”

    ‘A, AAA…..!’

    NY_YERLIYERSIZ_TRABZON
    Read More
  • Hürriyet Cumartesi Ayşe Arman Röportajı

    Cumartesi, Nisan 25th, 2015

    Sevginin en büyük düşmanı nefret değil korku

    Nilgün Yerliyi 29 Nisan’da Zorlu Center’da ben de izlemek istiyorum. Kendi hikayesini  anlattığı tek kişilik oyunu ‘Yerli Yersiz’de… Heyecanla bekliyorum. Nilgün Yerli cesur bir kadın, cesur olduğu için de özgür bir kadın. Bize de onun formülünü veriyor. “Cesur olmadan özgür olabilmek hayal!” diyor. O, Hollanda’da yaşayan bir tiyatro oyuncusu. 30 yıldır Hollanda’da yaşıyor. Bugüne kadar sekiz tiyatro oyunu yazmış. Yazmakla kalmamış yönetip, oynamış da. Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde tiyatroseverlerle buluşmuş, gelecek hafta da İstanbul’da olacak, sonra Türkiye turnesine çıkacak. Önyargılara sahip kültürler arasında köprü olmayı hedefliyor. O, mozaik insanlardan biri. Dedesi imam ama 15 yaşında anne baba ölünce rahibeler tarafından büyütülmüş. Manastırda namaz kılarak annesinin ruhuyla iletişimini sürdürmüş. Bilgi’den öğrencim İnan Kırdemir görüştü kendisiyle, sizin de bu harika kadını tanımanızı istedim.

     

    Hikayeniz nerede, nasıl başladı?

    -Kırşehir’de. Müfettiş bir babayla ev hanımı bir annenin kızıyım. 80’lerin başında Türk öğretmenlerin yurtdışına atanmasıyla babamın tayini Hollanda’ya çıktı…

    Mutlu oldunuz mu?

    -Hem de nasıl! Eşekten inip, uçağa bindim desem yeridir. Ama bu mutluluk uzun sürmedi…

    Neden?

    -Hollanda’da bir trafik kazasında annemi ve babamı kaybettim. 15 yaşındaydım…

     nilgunyerlihurriyett

     Çok fenaymış…

    -Evet. Teyzem, daha iyi bir gelecek için Hollanda’da yaşamamı uygun gördü. Ama reşit değildim ve bakılmakla yükümlüydüm. Hollanda devleti duruma el koydu: Ya bakıcı bir ailenin ya da rahibelerin yanında yaşayacaktım. B şıkkı oldu. Rahibelerle büyüdüm.

    Peki bu, olumsuz bir şey mi oldu?

    -Hayır. Büyükbabam imamdı. Onun sayesinde bütün dinlere saygı duymasını öğrendim. Hep namaz kıldım, rahmetli annemle iletişimimi öyle sağladım. Her namaz kılışımda, rahibelerin sonsuz bir sükûnet ve saygıyla beni izlemeleri, bence dünyadaki bütün hislerin en kutsalıydı..

    Vicdan, kalpsiz arınmaz, akılsız da korunmaz

    Annem toprak filozofuydu. Ona göre yaşamın sırrı doğadaydı. Doğanın kusursuz işleyişinin temeli sevgi ve iyilik. Ben, doğa sayesinde kalbimin sesini duymayı keşfettim. Ama kalbimi dinlemekten, aklımın dilini kesmiştim. Oysa vicdan kalpsiz arınmaz, akılsız da korunmaz. Annemden vicdanımı temizlemeyi, rahibelerden vicdanımı korumayı öğrendim.

    nilgunhurriyet2

    HAYATI DA KENDİMİZİ DE ÇOK CİDDİYE ALMAYALIM

    9 yaşındaki oğlunuz size sormuş, tanrı mı bizi yarattı, biz mi tanrıyı… Nasıl cevap verdiniz?

    -Tanrı, benim için güneş, rüzgâr, deniz. Rüzgârı hayal ederken, fırtınayı hesaba katmıyoruz. Denizi düşlerken de, bir gün bir tsunaminin her yeri yıkıp geçebileceğinin farkında değiliz. Oğluma tanrıyı güneşte, rüzgârda, denizde bulabileceğini anlatmaya çalıştım. Tsunaminin, tanrı olabileceği ihtimali korkuttu onu önce. Tanrı’dan korktu! Ben de kendine bir tanrı yaratmasını söyledim. Bir hafta sonra müthiş bir heyecanla tanrıyı bulduğunu söyledi. Tanrı 9 yaşındaki bir çocuğa, yani oğluma göre, fotoğrafı olmayan, çizilemeyen zamandı…

    Oooo çok etkileyici bu anlattıklarınız…

    -Ben oğluma hayatı da kendisini de çok ciddiye almaması gerektiğini anlatıyorum. Diyorum ki, kafayı takman gereken tek şey sorumlulukların. Benim sorumluluğum öncelikle iyi bir oyuncu, iyi bir anne ve iyi bir insan olmak. Gerisi umrumda değil.

    AŞK, HER RENGİ HER SESİ BİRLEŞTİRECEK YEGANE DUYGU

    Peki aşk?

    -Ben sürekli aşık bir kadınım. Bir ağaca âşık olup, yönümü değiştirebiliyorum. Sırf aşık olduğum için Çin’den 170 kiloluk bir taş getirdim. Dünyaya ait her şeyi tanımak istiyorum. Eşimi de aşkla keşfettim. Evlenirken 5 farklı dinde nikâh kıydık. Düğünümüzde imam da vardı, rahip de. Bu yüzden aşk, her rengi, her teni, her sesi birleştirebilecek yegâne duygu bence.

    Mutluluğun sırrı özgürlük, özgürlüğün sırrı cesaret

    Siz Hollanda’da tanınan bir tiyatrocusunuz. Bugüne kadar sekiz tiyatro oyunu yazdınız. Yazmakla kalmadınız, yönetip oynadınız da. Oyunlarınız ve oyunculuğunuz Hollanda Kraliyet Tiyatrosu tarafından tescilli. Ama ekonomi mezunusunuz…

    -Evet. Hayalim iş kadını olmaktı ama sayılara bir türlü ısınamadım. Bir gün hocamın, “Nilgün, bence kendine daha sanatsal, yaratıcı bir alan seçmelisin” demesiyle tiyatro kursuna yazıldım. Türklerin yoğunlukta olduğu bir şirketten önyargılar üzerine bir oyun teklifi geldi. Gösteri çok beğenildi. ‘Turkish Delight’ adlı tiyatro grubumuzu kurduk. Avrupa’da ön yargı hala önemsenen, ciddi bir mesele. Ön yargılarla başlayan tiyatro maceram gazeteciliğe ve yazarlığa kadar uzandı. Yazıp yönettiğim sekiz tiyatro oyunu, sekiz kitap, sayamadığım kadar çok köşe yazısı biriktirdim. Galiba yaşadıklarım, acılarım, yolculuklarım içimden taştı ve soluğu sahnede aldım.

    Nasıl bu kadar başarılı olabildiniz?

    -Benim tek yeteneğim korkusuzluğum. Cesurum ben. Mutluluğun sırrı özgürlükte, özgürlüğün sırrıysa cesarette. Kendi doğrularınıza inanırken, başka doğruları görebilme cesaretiniz yoksa, bu korkaklıktır. Şu an dünyada olan tam da bu. Formülü basit. Vejetaryen bir arkadaşınızla yemeğe çıkıyorsanız, et yememeyi göze alacaksınız. Sahnede birbirimizi farkımızla sevmeyi hatırlatmak istiyorum. Bu yüzden beni izlemeye gelen herkese tanıdık geliyorum. Ve beni izlemek hoşlarına gidiyor. İlk aşkım Türk olduğum için terk etti.

    Hollanda’da bir Türk olarak var olmak kolay mı oldu, zor mu?

    – E başta çok zor oldu. İlk aşkım mesela Türk olduğum için başlayamadan bitti. Çocuk, İtalyan olduğumu düşünmüş. Oysa, etkilemek için ona kazak bile örmüştüm! Kazağı aldı ama aşkımı bıraktı. Biz birbirimizi Kürt, Alevi, dinci, laik diye kutuplaştırırken, Avrupa'da adam seni sırf Türk olduğun için kafadan çürük elma sepetine atıyor. Bu ülkede yaşayan herkesin birbirini sevmesi için mutlaka bir sene gidip Almanya’da, Hollanda’da ya da Kamboçya’da yaşaması gerekiyor. Döndüklerinde Türkiye’nin taşını toprağını öpücüklere boğacaklarından eminim.

    Bu röportajı okuyacakların aklında en en çok ne kalmasını istersiniz?

    -29 Nisan’da, Zorlu Center’da gösterim var. Tek kişilik oyunum ‘Yerli Yersiz’, bir kere bu kalsın. Bir de şu: Benim için en değerli hayat bilgilerinden biri: Sevginin en büyük düşmanının nefret olduğunu sanıyordum. Yanılmışım! Sevginin baş düşmanı korku. Boşuna İstiklal Marşımız ‘Korkma!’ diye başlamıyor. Ben kendimi kanıtladıysam, korkmadığım için kanıtlayabildim. Bu röportajı okuyanlar da korkmasın. Hem de hiçbir şeyden…

    ‘Yerli Yersiz’ 29 Nisan / Saat 20.30 Zorlu Center PSM

     

     

    Read More
  • Hürriyet Cumartesi Ayşe Arman Röportajı

    Cumartesi, Nisan 25th, 2015

    Sevginin en büyük düşmanı nefret değil korku

    Nilgün Yerliyi 29 Nisan’da Zorlu Center’da ben de izlemek istiyorum. Kendi hikayesini  anlattığı tek kişilik oyunu ‘Yerli Yersiz’de… Heyecanla bekliyorum. Nilgün Yerli cesur bir kadın, cesur olduğu için de özgür bir kadın. Bize de onun formülünü veriyor. “Cesur olmadan özgür olabilmek hayal!” diyor. O, Hollanda’da yaşayan bir tiyatro oyuncusu. 30 yıldır Hollanda’da yaşıyor. Bugüne kadar sekiz tiyatro oyunu yazmış. Yazmakla kalmamış yönetip, oynamış da. Avrupa’nın çeşitli şehirlerinde tiyatroseverlerle buluşmuş, gelecek hafta da İstanbul’da olacak, sonra Türkiye turnesine çıkacak. Önyargılara sahip kültürler arasında köprü olmayı hedefliyor. O, mozaik insanlardan biri. Dedesi imam ama 15 yaşında anne baba ölünce rahibeler tarafından büyütülmüş. Manastırda namaz kılarak annesinin ruhuyla iletişimini sürdürmüş. Bilgi’den öğrencim İnan Kırdemir görüştü kendisiyle, sizin de bu harika kadını tanımanızı istedim.

     

    nilgunyerlihurriyett

     

    Röportajın Tamamını okumak için Lütfen Tıklayın!


    Read More
  • Ian Chronicle Dergisi Röportajı

    Cumartesi, Nisan 4th, 2015
  • İstanbul Life Dergisi Röportajı

    Cumartesi, Nisan 4th, 2015
  • Nilgün Yerli Yeni Oyunu İçin Türkiye’ye Geliyor

    Cuma, Ocak 9th, 2015
    O bir Kadın, O bir Avrupalı, O bir Türk,O bir Dünyalı, O bir Komedyen. Hollanda’nın Türk yıldızı, 30 sene sonra Türkiye’de. 

    Nilgün Yerli ’nin güldüren aynalarında kendinize bakmaya hazır mısınız?

     

    NY: “Ortama duruma bakmadan, kimseyi yargılamadan, kafaya takmadan, gelin açık açık konuşalım; gelin düşüncelerimizi – duygularımızı paylaşalım”.

     

    ‘Bu kadın her şeyi olduğu gibi söylüyor, sözünü esirgemiyor’

     

    NY: “ Şimdi ben ne dedim ki?  Demek istediğim tek şey; Düşündüğünü söyle, Söylediğini uygula;

    Hissettiğini yaşa, Yaşadığını hisset!”

     

    ‘A, AAA…..!’

    siteposter

     

    Read More
  • Melekleri Ağlatmayın

    Çarşamba, Mayıs 7th, 2014

    1080142623nilgun11-150x150

    Bir gürı meleklerden biri, karşısına Brejnev, Reagan ve Özal’ı almış, demiş ki; sizler çok önemli liderlersiniz onun için sizlere Allah tarafından bir şans tanındı, üçünüzün de gelecek hakkında bir soru sorma hakkı var.Hemen Brejnev atılmış ve sormuş; ‘komünizm ne zaman dünyaya hükmedecek?’, melek düşünmüş: ‘üçyüzelli sene sonra’, demiş. Brejnev ağlamaya başlamış, ‘vah göremiycem ah göremiycem’ diye. Sonra Reagan atlamış, ‘Amerika dünyaya ne zaman hükmedecek?’ demiş. ‘İki yüz sene sonra’, demiş melek.Reagan ağlamaya başlamış, ‘ah göremiycem tüh göremiycem’, diye.Ve sıra Özal’a gelmiş, Özal: ‘benim bir tek minik mütevazı bir sorum var, Türkiye ne zaman Avrupa Topluluğu’na katılacak?’, ve melek ağlamaya başlamış, ‘ah göremiycem, ah göremiycem’, diye……..Hollanda’da 1997’de Het Parool gazetesine yazmıştım, Türkiye’nin AB’ye katılmasıyla ilgili. Ve 2004’de bakanlıktaki bir dergide yeniden yayınlandı ’97’de yazdığım köşe.Şu an 2008’deyiz aynı yazı tekrarlanabilir.İşin asıl acı yanı, Türkiye’nin çok umutlu olmasına rağmen Avrupa’daki fısıltılar hiç de o kadar umutlu değil.Bu üzücü mü?

    Tabii ki umutlarını Avrupa’ya bağlayanlar için bu çok üzücü. Avrupa ellerindeki 2,5 milyon Türk ile nasıl baş edeceklerini bilmemekte ve Türkiye’deki 7O milyondan 10% giderse, 7 milyon Türk/Müslüman Avrupa için ürkütücü gelmekte. Ama bunun yanında bir ayrı gerçek daha yok mu?

    1960’larda Türkiye’den umutla giden, eşekden inip arabaya binen, analfabet, okumuş ya da okumamış, birsürü Türkler oraya gittiklerinde, devletten ne derece bir destek aldılar ki?

    Devlet onlara ne derecede yol gösterdi?

    Bir gurbetçi damgası vermekten başka.

    Ben ailemle 1980’de gittim, gittiğin sene önemli değil zaten, verilen damga hep aynı; ‘Gurbetçi’. Ve damgayı hiç ama hiç sevmiyordum, sevemedim de, çünkü bu kelime seni zavallılık sınıfına sokuyordu.

    Asıl anlamı vatanını özleyen, gurbet elde yaşayandı, ama gerçeklerden dolayı gurbetçi olmak zavallılıktı. Hele bir de Almancı lakabı vardır. O belkide gurbetçiden daha da beterdi. Hollanda’da oturuyorduk ve ‘Alamancı’ diyorlardı.

    Artık bazı şeyleri anlamak için çaba göstermiyorum, sadece benimsiyorum.

    Oradaki konsolos ve elçilikler bile, hala kendilerini büyük birşey sanıp kendi halkını küçük görmekte.

    Benim ilk tiyatro Galam’da, 2001’de, Amsterdam’da 1500 kişiye kültürler arasındaki ön yargı üzerine, gösteri verecektim. Amsterdam valisini telefon ile aramış, görüşmüş ve davet etmiştim. Öylesine sempati ile davetimi kabul edip, benim ile gurur duyduğunu ve elbetteki böyle bir gecede bulunacağını söylemişti.

    Aynı telefonu Rotterdam Türk Konsolosuna açmıştım, konsolosun katibi beni nasıl azarlamıştı, aynen şu kelimeleri kullanmıştı: ‘sen kendini ne sanıyosunda, konsolosu telefona çağırıp davet etme cesaretini görüyorsun kendinde, konsolos senin arkadaşın mı, davetin bir usulu vardır, üç ay evvelinden müracaat edersin, davetiye gönderirsin, tiyatronun konusunun bütün içeriğini bildirirsin ve eğer tenezzül ederse konsolos gelir”.

    Ne kadar üzücü bir davranıştı bu.

    Seneler sonra kraliçenin yemeğinde tanıştığım Türk. konsolosuna bu olayı anlattığımda, şok bile olmadı, “evet oluyor böyle şeyler” dedi.

    Yüksek mevkiye gelmek bazı insanların şahsiyetini küçültüyor, belki de hiçbir zaman o şahsiyet büyük değildi, belkide bazı insanlar onun için, kişiliklerini mevkilerine asmak zorundalar kendilerini yüksek hissetmek için, sanırım asıl kişilik kayıbıda budur.

    Mağrur olmayı yaşıyor bazı mevkidekiler, sırf mevkilerinin sayesinde.

    Büyük ruh, her mevkide mütevazı kalabilendir.

    İşte Avrupa’daki Türk halkı bunu yaşarken, altmış, yetmiş, seksen, doksanlarda oradaki Türkler pek önemsenmedi, yazları döviz kaynağıydı o kadar.

    Ama asıl yanlış orada yapılmadı mı?

    Oradaki Türkler, Türkiye’yi temsil ediyordu. Asıl orada ki Türklere sahip çıkıp, destekleyip güzel bir imaj yaratmak daha mantıklı değil miydi?

    Hoş, şu an sokakta bir vatandaşa bunu söylesen, karşılık olarak; ‘devlet Türkiye’deki halkına sahip çıkmadı ki Avrupa’daki Türklerine nasıl sahip çıksın’, der.

    Bunlar değişmekte mi?

    Sanırım evet. Türkiye artık Avrupa’ya katılmak istediği için kendi imajına önem vermekte, sanırım ülke olarak en büyük eksiğimiz bu idi, kendimizi tanıtmak.

    Her şeyimiz olmasına rağmen tanıtamamışız.

    Avrupa’da zeytinyağı, mermer, keten, incir,pamuk, kumaş, bütün bu ürünler bilinmekte,ama Türkiye’den geldiğini pek kimse bilmiyor.Her gelen birşey götürmüş ve dünyaya bizim diye tanıtmış. İtalyan gelip, lahmacunumuzu, mantımızı, su böreğimizi yemiş ve dünya çapında İtalyan pizza’sı, tortellini, ve lazanya olarak tanıtmış. Yoğurdumuzu Bulgar yoğurdu olarak tanıtmışlar, beyaz peyniri; Vunan Fetta’sı olarak “tanıtmışlar. Rakımız bile dünya çapında, Yunanistan’dan Uzo olarak biliniyor.Amerikalı gelmiş, köftemizi, hamburger olarak tanıtmış, Meksikalı gözlememizi enchillada olarak tanıtmış.Ama biz halk olarak, birbirimizle rekabetten başka, suçlu arayıp parmak göstermekten başka pek birşey yapamamışız.Bugün dükkâna girip bir şeyin fiyatını sorduğumda ilk aldığım cevap: ‘ithal’ kelimesi. İthal malı ile halkımız gurur duyuyor.Biz kendimiz, kendi yerli malımıza sahip çıkmazsak, Avrupalı neden benimsesin?insan önce kendisini sevmeli, sevdirmek için.Yaptığımız tek şey, Atatürk’ün dileklerini duvarlara, parklara, kitaplara yazmak, hâlbuki Atatürk, dediklerini sayıklamamız yerine uygulamamızı istemişti.

    İzmir Ticaret Odası Dergisi / Şubat sayısı(2008)

    Read More
  • Hayaliniz Hayatınız Olsun

    Çarşamba, Mayıs 7th, 2014

    1080142623nilgun11-150x150

    Einstein demişki:

    Mantık A’dan B’ye götürür ama hayal gücü her yere.
    Hayal kurmak güzel birşey, önemli birşey aynı zamanda.
    Ama hayalleri realist kurmak belkide en önemlisi.
    Elinde 10 liran varsa, bir Ferrari satın almayı hayal edebilirsin ama bunu uygulayabilmek,elindeki 10 lira ile imkansız.
    Expo’yu hayal etmek İzmir için imkansız bir hayal değildi, ama gerçekler çerçevesinde zordu. Bizim için değildi zor olan, dünyaya bunu inandırmak zordu.
    Kültürümüz gereği, gelen misafiri en iyi şekilde ağırlamayı çok iyi biliyoruz, hatta öylesine iyi ki misafir bile neye uğradığını bilmemekte.
    Ben çocukluğumdan hatırlıyorum, evde kavgada olsa, misafir gelince hepimizin yüzü gülerdi. Evde her gün baklava börek yapılmasada, misafir gelince yapılırdı.
    Aile olarak biz oturma odasında yaşasakta, misafir gelince en güzel odamız, misafir odası açılır orada oturulurdu.
    Normal bardaklarda,tabaklar kaşık çatallar kullanılmasına rağmen, misafir gelince gümüş bıçak, çatallar, kristal bardaklar ve en pahalı porselen takımlar kullanılırdı.
    Ve ülke olarak, şehir olarak aynı şekilde yaşıyoruz sanki:

     Yazının Tamamını Oku →

    Read More
  • Melekleri Ağlatmayın

    Çarşamba, Mayıs 7th, 2014

    1080142623nilgun11-150x150

    Bir gürı meleklerden biri, karşısına Brejnev, Reagan ve Özal’ı almış, demiş ki; sizler çok önemli liderlersiniz onun için sizlere Allah tarafından bir şans tanındı, üçünüzün de gelecek hakkında bir soru sorma hakkı var.Hemen Brejnev atılmış ve sormuş; ‘komünizm ne zaman dünyaya hükmedecek?’, melek düşünmüş: ‘üçyüzelli sene sonra’, demiş. Brejnev ağlamaya başlamış, ‘vah göremiycem ah göremiycem’ diye. Sonra Reagan atlamış, ‘Amerika dünyaya ne zaman hükmedecek?’ demiş. ‘İki yüz sene sonra’, demiş melek.Reagan ağlamaya başlamış, ‘ah göremiycem tüh göremiycem’, diye.Ve sıra Özal’a gelmiş, Özal: ‘benim bir tek minik mütevazı bir sorum var, Türkiye ne zaman Avrupa Topluluğu’na katılacak?’, ve melek ağlamaya başlamış, ‘ah göremiycem, ah göremiycem’, diye……..Hollanda’da 1997’de Het Parool gazetesine yazmıştım, Türkiye’nin AB’ye katılmasıyla ilgili. Ve 2004’de bakanlıktaki bir dergide yeniden yayınlandı ’97’de yazdığım köşe.Şu an 2008’deyiz aynı yazı tekrarlanabilir.İşin asıl acı yanı, Türkiye’nin çok umutlu olmasına rağmen Avrupa’daki fısıltılar hiç de o kadar umutlu değil.Bu üzücü mü?

     Yazının Tamamını Oku →

    Read More